Aşk Mektupları
Şeyh Galib‘den Aşk Mektupları ..
Şeyh Galib Aşk Mektupları
Arabistan‘da güzel huyları toplamış bir kabile vardı. Adı, Benî Muhabbet (Sevgi Oğulları) idi. Büyük bir ıztırap ve sıkıntı içinde yaşamakla beraber iyilik ve sevgiyi prensip edinmişlerdi. Giydikleri temmuz güneşi, içtikleri dünyayı yakan ateşti. Söze can veren şairler, Mecnûn‘un da o kabileden olduğunu rivayet ederler. “Benî Muhabbet” adlı bu kabileden iki ailenin aynı gece birer çocukları dünyaya gelir. “Hüsn” ve “Aşk” adı verilen bu çocuklar daha beşikte iken kabilenin ileri gelenleri tarafından sözlenir.
Böylece aylar yıllar geçer, Hüsn ve Aşk tahsil için Mekteb-i Edeb‘e (Terbiye Mektebine) verilir. [Mekteb-i Edeb, Mevlevî dergâhını temsil eder.] Mektebin Hocası Mollâ-yı Cünun‘dur. (Sevgi Çılgınlığı), [Mevlânâ‘dır]. Bu hoca çılgın mı çılgındır. Çocuklara sevmeyi ve aşkı öğretir. Çocuklar bu çılgın hocadan aşk içerikli ders okurken, birbirlerine âşık olurlar. Dünyanın süsü olan Hüsn Aşk‘a âşık olur, bin canla o da Yusuf‘un Züleyha‘sı olur.
Hüsn ve Aşk, zaman zaman Feyz (Bereket) adlı mübarek havuzun bulunduğu “Nüzhetgeh-i mânâ” (Mânâ Bahçesinde) buluşup, bahçede masum duygularla gezip, sohbet ederler. Bahçenin sahibi olan Sühan ise bu iki gencin derdini anlar.
Fakat kabileden “Hayret” adlı gamsız bir kişi, bu iki sevdalının buluşup görüşmelerini istemez ve onlara engel olur.
Aşk‘ın Gayret adlı bir lalası, Hüsn‘ün de İsmet adlı bir dadısı vardır. İsmet Hüsn‘ün hiç yanından ayrılmaz ve sürekli sabır tavsiye eder. Aşk‘ın lalası Gayret de Aşk‘a arkadaşlık eder ve yardım sözü verir. Sühan ise bu iki gencin mektuplaşmalarına gizlice aracılık eder.
İşte bu dem de Hüsn‘ün Aşk‘a yazdığı bir mektubun bazı bölümleri şöyledir:
“Mektubuma ebedî ve ezelî hayat verici ve rahman olan Allah‘ın adıyla başlarım…
İyiyi kötüyü yoktan var eden Allah‘ın adıyla. Ondan sonra ümmetin şefaatçisi olan Hz. Peygamber‘e selâm olsun. Sahabelerine, evladına hepsine selâm olsun.
“Bu mektup canımın sevgilisine gitsin… Her ne kadar gönül ıztırabı anlatılmasa da ateş gibi olduğundan gizlenemez. Bir fakirden gelen bir mektubun kâğıdı gönlü gibi buruşuktur…
“Ey kölesi olduğum hükümdar, şimdi ondan niçin nefret ediyorsun? Vaktiyle baktığın zavallı bendim, şimdi kime bağlısın efendim? Gerçi benden çok uzak olmadığını bilirim, o kadar vefasız değilsin. Ayrılık bildiklerimi de tüketti. Hasta olan sayıklamaz mı? Bu birden bire gelen belâdır. Allah sonunda kavuşma nasip etsin. Yalvarmak zorunda kaldımsa gerçekte naz etme durumundayım. Kafes içinde elimden ne gelir?
“… Seninle beraber olduğum vakit arzu kadehiyle sarhoştum. Halimin nasıl olduğu malumdur; eğer erkeksen ihmal etme. O hâl benden gittiğinden beri hastayım. Evvelce âvareydim, şimdi kolum kanadım kırık. Bu şehre ayrılık ıztırabı gelince kavuşma gitti. Onun yerini hasret aldı…
“Sen de bir mektubu kâfi görme. Kudretli insanın zayıfın yaptığı işi yapması iyilik kanununa uyuyor mu?
“Farz edelim ki, bir toprak yığınıyım ama şüphesiz sevgilimin ayağının toprağıyım…
“Ey halime acımayan sevgili, ahirette hesap gününü unutma. Yıllarca baharının gülüydüm, sonbahar gelince soldum. Sana canla başla bağlandım, gücüm kadar da hizmet ettim. Müşkül durumda kaldığım şu anda bu âcizi terk etme. Bana senden başka saadet yoktur. Sen de kavuşmakta veya ölümde ihmal etme. Ya sana kavuşarak nasibimi alacağım veya ölerek şöhretimi ebedi yapacağım.
Şimdi ey yiğit, gayret sana düştü. Eğer sen de beni istiyorsan, ah ve figan etmeye alış. Kabilenin ileri gelenleri elbette bunu işitir ve beni sana vererek âhını susturur.
“Ey sevgili, eğer bu macera seni incitiyorsa, zulmetme, Allah‘tan kork. Bu derdi ben icad etmedim, bunca zulüm senden bana geldi.
“Ey yıldızımı karartan ay! Allah‘ın intikam almasından kork. Sen de bir belâya düşer ve ahım gibi yanarsın. Bu sefili hasret bırakma, bari bir sözle teselli et.
Ayrıca, Allah‘a durmadan şükret, ya senin yerinde ben, benim yerimde sen olsaydın?
“Benim âleme rezil olduğumdan utanıyorsan, doğru yolun hangisi olduğunu bana göster.
“Unutma ki, âşıkta utanma olmaz; bir şeyden kudretinden fazlası istenmemelidir. Bu derdin sende olmadığını bilirim. Fakat feleğin zamanı bitmez. Perdenin arkası belli değil, nice bilmeyenler, bu derde uğramıştır.
“Sen de bir mektubu kâfi görme. Kudretli insanın zayıfın yaptığı işi yapması iyilik kanununa uyuyor mu?
“Farz edelim ki, bir toprak yığınıyım ama şüphesiz sevgilimin ayağının toprağıyım…
“Ey halime acımayan sevgili, ahirette hesap gününü unutma. Yıllarca baharının gülüydüm, sonbahar gelince soldum. Sana canla başla bağlandım, gücüm kadar da hizmet ettim. Müşkül durumda kaldığım şu anda bu âcizi terk etme. Bana senden başka saadet yoktur. Sen de kavuşmakta veya ölümde ihmal etme. Ya sana kavuşarak nasibimi alacağım veya ölerek şöhretimi ebedi yapacağım.
Şimdi ey yiğit, gayret sana düştü. Eğer sen de beni istiyorsan, ah ve figan etmeye alış. Kabilenin ileri gelenleri elbette bunu işitir ve beni sana vererek âhını susturur.
“Ey sevgili, eğer bu macera seni incitiyorsa, zulmetme, Allah‘tan kork. Bu derdi ben icad etmedim, bunca zulüm senden bana geldi.
“Ey yıldızımı karartan ay! Allah‘ın intikam almasından kork. Sen de bir belâya düşer ve ahım gibi yanarsın. Bu sefili hasret bırakma, bari bir sözle teselli et.
Ayrıca, Allah‘a durmadan şükret, ya senin yerinde ben, benim yerimde sen olsaydın?
“Benim âleme rezil olduğumdan utanıyorsan, doğru yolun hangisi olduğunu bana göster.
“Unutma ki, âşıkta utanma olmaz; bir şeyden kudretinden fazlası istenmemelidir. Bu derdin sende olmadığını bilirim. Fakat feleğin zamanı bitmez. Perdenin arkası belli değil, nice bilmeyenler, bu derde uğramıştır.
“Ey kendini köle yerine koyan sultan! Kuyuya düşen Yusuf‘tur. Züleyha‘nın elinde kınayı görünce kan zannetme, onun aşktan nasibi yoktur.
“Ey gül, parça parça kan içindeyim deme, beni de düşkün bir bülbül zannetme. O kan değil olsa olsa allıktır, bülbülün sözü de gülü büyülemez. Gamdan harap olanın sen olduğunu zannetme, sen aydınlık günün güneşisin. Asıl perişan olan benim, çünkü bin ıztırabım var; her ıztırabım da bir âlemdir. Beni bu tahammül içinde görünce, gönlümü rahat zannettin. Bülbülün figanını görüp ne yazık ki pervaneyi suçladın. Bu yoldan gitmek kârlı gibi görünürse de gam denizinin kenarı olmaz. Dostlar derdin gizli kalmasını isterler. Ortaya çıkarmak istersen, feryada çare bulmak kolaydır. Eğer maksat muhabbet yarışı ise işte felek, işte dumanlı âh…
“Sen figan et deyince, ağlayan göz, tufanı tanır mı? Mâdem ki benim tedbirime uyuyorsun, bundan sonra iniltiden şikâyet etme. Şimdiye kadar gam defteri tamamlanmıyordu. Senden nasibimi almağa ümidim yoktu. Böyle bir arzu ortada yoktu. Şimdi iş buna kaldı.
“Sen emret, yerine getirmesi benden, sen kabul edersen ben canımı veririm. Şimdi seyret, feryad ve ağlamak nasıl olurmuş, dava nasıl karara bağlanırmış.
Yeminimi bozacağımı ummam, kıyamet kopsa sözümden dönmem. Tedbir ne ise ben onu yaparım.
“Ey gözleri hasta, sen gönlünü rahat tut. Kabilenin büyükleri olan şu bu kişiler ki, canımız ve başımız üzerindedirler, bundan ellerini çeksinler.
“Bu yolda kim bana engel olabilir?
“Allah şahidim, canım da azığımdır. Biraz sabret, feryad etme, bakalım Allah neyler.
” Bu mektubumu sakla, o canını koruyan bir tılsım olsun ve ettiğin yemini tut.”*
Çok uzun süren bir maceradan sonra Aşk, bütün zorlukları sabırla, gayretle aşarak kendisini beklemekte olan sevgilisi Hüsn‘e kavuşur.
1) Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk Mektupları, Hazırlayanlar: Orhan Okay-Hüseyin Ayan, 6. baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul 2010, s. 189-195.
2) A.g.e., s. 198-203.
Meftun
Ala gözlerine kurban olduğum Say edip aleme bildirme beni Açıp ak gerdanı durma karşımda Ecelimden evvel öldürme beniDilber at kolların dola boynuma Ölüm endişesi gelmez aynıma Bir gece misafir eyle koynuna Sabah oldu deyu kaldırma beniKarac(a) oglan tutma beni el gibi Akıttım gözümden yaşı sel gibi Bahçende açılan gonca gül gibi Dizip al yanağa soldurma beni
SamueL
“Sen de bir mektubu kâfi görme. Kudretli insanın zayıfın yaptığı işi yapması iyilik kanununa uyuyor mu?